Filmde Yaşamak
Sen hiç filmlerde yaşamak istemez misin? İçin içini yediğinde, kendini
dünya üzerindeki en mutsuz ya da en mutlu insan ilan ettiğinde, âşık olduğunu
fark ettiğinde ya da birisinden nefret ettiğinde… İstemez misin arka planda bir
müzik başlasın? Sen de onun ritmine ayak uydur, dans et gerekirse. Kalk ayağa,
zıpla, koş, sarıl, içinden ne geçiyorsa onu yap. Başkaları ne der diye
düşünmeden sanki kimse seni izlemiyormuşçasına hareket etmeye devam et. Sadece
kendin için yaşa. Sen mutlu oldukça arka plandaki müzik daha da artsın. Sonra
bir anda durulsun o müzik. Düşüncelere dal. Sanki en büyük dertler
sendeymişçesine. Yavaşça havalanmaya başla sonra da. Gökyüzünün sonsuzluğuna
doğru ilerle. Seni hiçbir şeyin durduramadığına inandığın zaman da aşağıya bak,
insanları izle, hayatını izle. Her şeyin ne kadar basit, sıradan göründüğünde
bak.
Bir anda tekrar aşağıda belir sonra. Arka planda kemanlar çalmaya başlasın.
Ona çellolar, piyano, trompetler ve koro eşlik etsin. Herkes senin
aydınlanmanı, yükselişini kutlasın. En başa dönsün sonra her şey. Tekrar yavaş
bir tempo. Ama sen hala yürümeye devam ediyorsun. Kemanların sesinin içinde
hissetmeye başlıyorsun. Yağmur yağıyor. Ama bardaktan boşalırcasına. Gözünü
bile açamıyorsun. Ki ihtiyacın da olmuyor zaten. Neden açasın ki? Bütün yağmur
damlalarını teninde hissediyorsun. Hepsinin sana ayrı ayrı dokunduğunu, saç
tellerinden hızlıca süzüldüğünü hissediyorsun. Arkadaki müziğin ritmi eşliğinde
iniyorlar onlar da yer çekime karşı gösteremedikleri direnç ile.
Bir anda her şey beyazlaşıyor. Bambaşka bir evrene geçişmiş gibisin sanki.
Sadece senin istediğin renkler beliriyor etrafta. Bembeyaz bir tuvalin üzerine
boya yapmak gibi bir şey bu. İnsanlar beliyor sen istediğin sürece. Kırmızı,
yeşil, mavi… Her renk insan var. Herkes kişiliğinin rengini yansıtıyor. Ama
sen. Sen renksizsin. Evet, senin bir rengin yok. Sadece izlemekle yükümlüsün
sen bütün bu olanları. Ne bir kişiliğin var ne de bir vücudun. Sen her yerdesin
aslında. Yönetmen, kameraman, oyuncu… Her şeysin sen. Hepsinden biraz biraz.
Kendini göstermeye çekinen ama ortaya çıktığı anda susmayan bir olaysın sen.
Herkesin gözünü kendi üzerinde isteyen ama dikkatleri üzerine çekince de
utanansın sen. Her şeyin en iyisini yaptığını bilen ama bunu kimseye belli
etmeyensin.
Karşına çıkan ilk insanı kolundan tutup kendine çekiyorsun. Adını bile
bilmediğin bu kişiye olan aşkın gözlerinden fırlamak üzere oluyor. İkiniz de
kendinizi tutamıyorsunuz, öpüşmeye başlıyorsunuz. Ama sadece öpüşmek değil bu
olay. Evet, değil. Sadece fiziksel bir tutkuya indirmek çok basit kalır bu
olayı. Siz birbirinize aitsiniz. Tanıyorsunuz birbirinizi. Sanki yıllardır;
hayır, ömürler boyu. Her zaman birlikteymişsiniz siz, kimse ayıramamış sizi.
Sadece vücudunuz değil, ruhunuz da birleşiyor. Ne kadar çok öperseniz
birbirinizi o kadar çok artıyor tutkunuz, o kadar çok istiyorsunuz
karşınızdakini. Sanki her an gidecekmişçesine çekiyorsun kendine onu. Sertçe,
vahşice ama aynı zamanda tutkuyla, aşkla, şefkatle. Ayrılmaya korkuyor gibi
bakıyorsun ona. Onsuz bir saniye geçirmek yerine, gözlerinin içinde sonsuza
kadar kaybolmayı; onsuz aldığın tek bir nefesle yaşamaktansa, ciğerlerinin
içine bir daha oksijen girmemesini tercih ediyorsun.
Ama her filmin sonu vardır değil mi? İşte bu da senin sonun oluyor. O
tutku, aşk, şehvet… Hepsi çok fazla
geliyor. Arka planda yine hüzünlü bir müzik çalıyor. Çünkü yapamazsın müziksiz
bu olayı, ayrılamayacak kadar çok sevdiğin bu dünyadan uzaklaşmanın tek yolu bu
oluyor. Kemanlar çalıyor ama bu defa koro yerine sana sadece kemanlar şarkı
söylüyor. Sanki senin ağıtını yakıyorlarmışçasına tellerini parçalıyorlar,
derilerini süzüyorlar. Her şeyin sona yaklaştığını anlatmaya çalışıyorlar.
Uçurumun sonuna gelmiş gibi. Kendini bir anda boşluğa bırakıyorsun. Büyük bir
siyahlığa. Sonsuzluğa. Bensizliğine…
Yazılar dışında fotoğraflara karşı bir sevginiz de varsa sizi tumblr hesabıma da beklerim.
Şarkı önerisi:
Özlemler ve insanoğlu.. Sürüklenerek geçiyor yaşam; farkında olsak ya da olmasak da.
YanıtlaSilGüzeldi. :)
Çok haklısınız. Beğendiğinize sevindim :)
SilNedense yazıyı okuyunca aklıma Black Mirror dizisinin 4.sezonun ilk bölümü geldi...Garip ama o geldi aklına işte..
YanıtlaSilAslında evet, yazarken aklıma gelmemişti ama haklısınız. Ütopyanın ya da distopyanın içinde yaşamak gibi
Sil