Son Gün
Çok yorulmuştu diğer her gün olduğu gibi.
Bütün gün bu anın hayalini kurmuştu. Evi satın aldıktan sonra değiştirdiği,
bütün o anıları unutmak için farklılaşmasını istediği, görünce kendini rahat
hissedebildiği tek şey olan kapısını açıp kendisini diğer her yerden daha
güvende, daha mutlu, daha sıcak hissettiği evine atacaktı. Diğer her şeyin
üzerine kapıyı kapatacak, başka bir şey düşünmeyecekti. Bütün günün
yorgunluğunu atacaktı üzerinden. İş yerinde üzerine sinen başarısızlık kokusunu
bir an önce atmak istiyordu. Sabahın köründe işe giderken, günde durmaksızın
sekiz saat çalışırken ya da sigara molasına çıktığında, en azından buna vakit
bulabildiğinde, eve gitmenin hayalini kuruyordu. Ve sonunda günün en sevdiği
vakti gelmişti. Evine giriyordu. Yuvasına dönüyordu.
Bütün bu duyguları her akşam tekrar tekrar
yaşıyordu. Hiçbir zaman evine karşı olan özlemi azalmıyordu. Her gün iş
yerindeyken evinin hayalini kuruyor, evdeyken ise buradan bir daha asla
çıkmamayı diliyordu.
Her gün yaptığı şeyleri sanki biri onu kontrol
ediyormuşçasına tekrarladı. Kapıdan girince sol tarafında bulunan komidinin
üzerine anahtarlarını ve çantasını bırakarak biraz önce ayaklarını özgürlüğe
kavuşturmak amacıyla çıkarttığı ayakkabılarını onun yanına koydu. Karşısındaki
ince ama birçok eve nazaran geniş koridorun en dibindeki odasına doğru
ilerlerken teker teker üzerindeki kıyafetleri yere bırakıyordu. Önce üzerindeki
beyaz gömleği çıkarttı. Çıkarttığında üst vücudunda dolaşan rüzgâr bedenini
keşfediyordu sanki. Sutyeninin etrafında narince dolaşan rüzgâr onu
huylandırıyordu. Yavaşça ilerlerken eteğini çıkarttı ve ayaklarıyla yerde
kalmasını sağladı. Külotlu çorabının dokusu rahatsız etmişti onu, üzerindeki
parçalardan kurtulmaya çalışırken. Bir an önce soyunmak istiyordu. Yük gibi
geliyordu bu kıyafetler ona. Kurtulmalıydı onlardan. Yavaşça elleri sırtına
doğru gitti. Sutyeninin kopçasını bularak onu açtı. Özgür kalmıştı artık. Kimsenin
kişisel olarak anlayamayacağı ama dünyanın bir kısmının onunla kesinlikle hem
fikir olduğunu hissettiği bir konuydu bu. Odasına ulaştığında üzerinde sadece
külotu vardı. Temiz hissediyordu kendisini. Bütün o kirli, kötü ruhlu
kıyafetlerden arınmış olarak odanın içindeki banyoya doğru ilerledi. Etrafına
baktı. Sanki ilk defa gelmişti buraya. Oysa ki tam on iki yıldır burada
yaşıyordu. Lavabonun üzerindeki aynalı dolabı araladı. Bütün o şişeler
arasından en arkaya saklanmış olan makyaj temizleyicisini buldu ve sanki
tuttuğu her dakika ruhunu zehirliyormuşçasına hızlı bir şekilde temizleyiciyi
pamuğa dökmeye başladı. Suratını temizlemeye başladı gözlerinden, öncelikle. Rimelinin
her siyah damlası yüzünün bütün boşluklarına hükmediyor hal alana kadar yüzünün
üzerinde oynattı pamuğu. Daha sonra kendisine baktı aynadan. Hareket edemeden.
Kendini tanımadan.
Odaya geri döndü ve gardırobunu açtı. İçindeki
kıyafetlere baktı. Onları neden aldığını hatırlamaya çalıştı. Kim aldırmıştı
bunları ona? Hangi olayların üzerine almıştı ya da? Hatırlamıyordu,
hatırlayamıyordu, belki de hatırlamak istemiyordu. Şimdi her şey fazla gereksiz
görünüyordu. Bütün bu maddiyata önem veren tavrından tiksindi, eski benliğinden
tiksindi, kendinden tiksindi. Tam ortada duran kan kırmızı elbiseyi aldı eline.
Askısız bir elbiseydi. Göğüsleri ortaya çıkartmak için olabilecek en derin
göğüs dekoltesine sahipti. Üst taraftan bu kadar kısa olmasına karşılık alt
taraf tamamen uzundu. Ayaklarına kadar iniyordu bütün bu kabarıklık. Sanki
oyuncak bebeklerin üzerine tasarlanmışçasına kabarıktı.
Makyaj masasına oturdu odadaki. Bütün o makyaj
malzemelerini inceledi. Ne kadar da fazlalardı aslında. Gereksizlerdi,
masraflardı. Kendisini inceledi aynada. İçindeki karanlığı dışına vurabildiğine
sevinmişti. Siyahlığı inceledi, yüz hatlarını inceledi. Bütün suratını
ezberledi. Sanki ilk defa görüyor gibi bakıyordu kendisine. Bütün o yüz
hatlarının kendisine ait olduğundan emin olmak istiyor gibiydi sanki.
İnanmıyordu belki de onun kendisi olduğuna. İnanmak istemiyordu ya da. O aynada
gördüğü kadın olduğuna. İçindeki siyahlığın bu kadar fazla, bu kadar köklü
olduğuna.
Boy aynasının önüne geçti. Elbisesiyle yüzünün
uyumluluğunu hissetmek istedi. Siyahın kırmızıyla olan tutkulu aşkını izledi.
Elbisesindeki kırmızının canlılığı kadar gözleri cansızdı. Simsiyahtı.
Karartılmıştı, içi kararmıştı belki de. Yüzünün geri kalanıyla harmoni
içerisindeydi. İçinden kendisine onay verdikten sonra camın önüne doğru yürüdü.
Dışarıya bakmak istiyordu. Havayı içine çekmek, dışarıdan gelen sesleri
dinlemek istiyordu. Başkalarını duymak istiyordu. Başka hayatlara tanıklık
etmek, diğerlerinin çektiği sıkıntılar karşısında kendisini hiçe saymak
istiyordu. Açtı camı. Hava çok güzeldi. Bütün o ruh haliyle savaşırcasına
açıktı gökyüzü. Masmavi ve bulutsuzdu. Sinirlendi. Kendisiyle savaşıldığını
anladı. Ya da öyle hissetti. Ya da ona inandı. Camın kenarına çıktı. Artık her
şey tamamen ayaklarının altındaydı. Önünde onu engelleyecek hiçbir şey yoktu. Her
şey onun gibiydi. Şu anda istediği kadar bağırabilirdi, istediği küfürleri
kimin duyacağını umursamadan savurabilirdi. Özgürleşiyordu artık. Bütün hayatı
olmadığı kadar özgürleşmek üzereydi.
Adım attı. Boşluğa doğru. Özgürlüğüne doğru.
Rahatlamaya doğru. Arkasından gelen sadece bir damla gözyaşıyla sonsuzluğa
doğru.
Derin bir vazgeçiş hikayesi... Hiç bir yerde olamama, kendiyle olamama durumu. Son iki haftadır içinde zoraki bulunduğum durumu anlatır bir yazı, tam uydu. Elinize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, benim de final haftalarımın yansıması oluyor
SilHepimiz bu tür sıkıntılı ve keyifsiz anlar yaşıyoruz, onlardan birine gittim geldim ben de bu hikayenizle, güzel bir öykü olmuş...
YanıtlaSilKaleminize sağlık :)
Sevgiler...
Beğendiğinize sevindim, bu aralar sıklıkla yaşadığım bir ruh hali bu..
Sil