Asenkron #1
Balkona çıkıp
etrafına baktı. Hiç ses yoktu. Yemyeşil çamlar arasında bir sürü ev. Her
birinde apayrı hayat, apayrı kişiler. Ve her kişinin kendi iç dünyası. Sadece
bir bakıştı bile etrafında ne kadar çok şey döndüğünü anlayabiliyordu.
Rüzgarın esişinin
vücuduna verdiği o hafif, tatlı ürpertiyi seviyordu. Yaşadığını hatırlatıyordu
ona. Ve aynı zamanda tek olduğunu. Kimseye ihtiyaç duymadığını, duysa bile o
yardımın gelmeyeceğini biliyordu. Öğrenmişti artık insanları. Onlara
güvenmemeye zor olsa da alışmıştı ve bu his hoşuna gidiyordu. Kimse için ne
üzülüyor ne de kafa yoruyordu. Koskoca dünyasına sadece o vardı. Ve başka
kimseyi almayacaktı.
Rüzgarın
havuzda gezinmesiyle oluşan o hafif dalga sesi tamamlıyordu her şeyi. Cırcır
böceklerinin köpeklerle olan düetine rüzgarın çamların dallarının arasından
geçerken çıkardığı sesler eşlik ediyordu. Dalga sesi de arkadan hafif bir tempo
tutuyordu. Bütün doğa sanki anlaşmışçasına uyum içerisinde müzik yapıyorlardı.
Ve bu seslerin uyumunu, benzerini daha kimse taklit edememişti. Özgündü bu
sesler. İnsanların başaramayacağı belki de tek şeydi. Hiçbir zaman bu uyumu sağlayamayacaklardı. Ve bu
istemsiz olarak içlerinde burukluğa sebebiyet veriyordu. Herkese, her şeye
ulaşabileceğini sanan insanoğlu için doğanın ulaşılmaz olduğunu öğrenmek onlar
için iyi bir haber değildi.
Ama o,
bütün bunlardan mutluydu. Farklıydı herkesten. Farklı düşünüp farklı
hissediyordu. İnsanların istediği her şeye ulaşamayacağını öğrenmek onun için
bir zafer gibiydi. Kendi gibi başka şeylerin de bozulmasını, başkaları
tarafından kullanılıp atılmasını istemiyordu. Bozulmanın, acı çekmenin,
başkalarının mutluluğu için kendinden vazgeçmenin ne demek olduğunu, nasıl bir
his olduğunu çok iyi biliyordu. Ve bunu kimsenin ya da hiçbir şeyin yaşamasını istemiyordu.
Duvarın
dibinde duran küçük, eski radyoya baktı. Annesinden kalmıştı ona bu radyo. Çok
varlıklı bir aileden gelmediklerinden dolayı ölürken annesinin kendisine
bırakabileceği tek eşyası buydu. Ondan geriye kalanlar bu radyo, birkaç fotoğraf ve bolca içki borcuydu. Babası
annesi ona hamileyken onları terk etmişti. Annesi ise bu terk edilişin
sebebinin kendisi olduğunu düşünmüştü her zaman. En başta bu sorununu
ailesiyle, gerçek arkadaşlarıyla paylaşmıştı. Hep beraber çözüm yolu bulmaya
çalışmışlardı. Ancak bir süre sonra bunlar yeterli gelmemeye başlamıştı.
Suçluluk duygusu her şeye ağır basıyordu. Kendisine yeni arkadaşlar buldu daha
sonra. Kendisini yargılamayacak, sadece o istediğinde yanında olacak
arkadaşlar. İçten içe kötü olduklarını bildiği ama kendisine asla itiraf
edemediği türden arkadaşlıklardı bunlar. Bütün gün beraber sigara içip küçücük
evi gaz odasına çeviriyorlardı. Bu arkadaşlarına alışmıştı. Her şeyi iyiye
gidiyordu. Çocuğuyla ilgilenip annelik yapmaya bile çalışıyordu. Ama onların
sonu mutlu biten bir hikayeleri yoktu, olamazdı. Pamuk ipliğine bağlıymışçasına
mutlu görünen hayatları kısacık, sadece 67 saniyelik bir telefon konuşmasıyla
bitmişti. Bunun ilk 20 saniyesi karşılıklı tarafların birbirlerini tanıtmasıydı.
Sonraki 15 saniye ise kötü haberin verilmesiydi. Ve kalan 32 saniyelik sürede
şok, inkar etme, kızgınlık ve ağlama evreleri yaşandı. Annesinin gözü önünde
bayılmasıyla çığlık çığlığa komşuları çağıran çocuğun, annesini son kez ayık
görüşüydü bu. Ne zaman okuldan gelse ya
da sabah kalksa annesini artık hep aynı yerde görüyordu. "L" şeklinde
olan salonlarının bir köşesine atılmışçasına yerleştirilmiş koltukların
üzerinde ya oturup ağlarken ya da tanımadığı bir adamla beraber olurken
görüyordu. O zamanlar annesine çok üzülüyordu. Ona yardım etmek istiyordu.
Annesini bu duruma getirdiği için babasından nefret ediyordu. Ama şimdi
anlıyordu ki onu bozan babası değildi. Annesi zaten öyleydi. Babası sadece
kendini kurtarmıştı. Ama bunu yaparken arkasında bir can bıraktığının farkında
bile değildi. Ve bu durum onun içindeki "Belki bilseydi gitmezdi" ya
da Belki giderken beni de alırdı"
düşüncesini gün geçtikçe daha olası olduğunu hissettiriyordu. Annesinin,
babasının onları terk etmeden önceki davranışlarını bilmiyordu ama
anneannesinden duyduğu kadarıyla ne iyi bir çocukluk geçirmişti ne de iyi bir
yetişkinlik. Bu bilgiler durumu daha kolay kabullenmesini sağlıyordu.
Üniversiteyi bitirip bir işe girdikten sonra, tam da doğum gününde kötü haberi
almıştı. Annesi akciğer yetmezliğinden kaynaklı geçirdiği kalp krizi sebebiyle
hastaneye yatırılmıştı. Orada kaldığı birkaç günde karaciğer yetmezliği de ortaya
çıkmıştı. Ve doktorlar ikinci krizde hastayı ne yaptılarsa da kurtaramadılar.
Belki de kurtarmak istememişlerdi. O yaştaki bir kadının yaşam şartlarını garip
bulmuşlardı belki de. Ve şimdi kendisinin doğum günü olan annesinin
yıldönümünde o küçük radyodan annesinin ona küçükken dinlettiği şarkıyı
açmıştı.
Şu yalnız gece kuşunu duyuyor musun?
Uçmak için fazla üzgün gibi.
Gece yarısı treni sızlanıyor.
O kadar yalnızım ki ağlayabilirim.
*Johnny Cash - I'm so lonesome i could cry
Telefonu
çalmaya başladı bir anda. Şaşırtıcıydı. Ailesi ya da arkadaşı olmadığı bir
dünyada, kimsenin onu tanımadığı, sadece yüz simasına aşina olduğu bir kasabada
yaşayan kimin telefonu çalsa şaşırırdı. Kim olduğuna baktı. Kardeşiydi.
Şaşkınlığını bir kenara atıp düşünmeye başlayınca olayın mantığı hemen aklına
geldi zaten. Kardeşi onu her sene doğum gününde arardı. Anneleri ölmeden önce
hediye bile gönderirdi. Ama ya annesinin ölümünden dolayı ya da tüm hediyelerin
göndericiye geri teslim edilmesinden olacak hediye göndermeyi bıraktı. Artık
sadece arıyordu. Yaklaşık beş sene öncesine kadar telefonlarını açıyordu.
Senede bir kez de olsa konuşuyorlardı. Ama son zamanlarda telefonları
açmıyordu. Kardeşi ise ısrarla her sene aramaya devam ediyordu. Bu senenin
diğer senelerden hiçbir farkı
yoktu. Yine evinde, müziğiyle baş başa olduğu bir gündü. Telefonu neden açsındı
ki? Neden sanki hiçbir şey olmamış
gibi kardeşiyle, yeğeniyle konuşsundu? Herkes, her şeyin farkındaydı. Sadece o
bir çok kişi gibi kabullenmeyi reddetmiyordu. Her sene olduğu gibi telefon
çaldı, çaldı ve çaldı. Ne cevap veren oldu ne de umursayan.
Balkondan dışarıya
bakıyordu hala. Yaşamayı gerçekten çok seviyordu. Kimseye bağlı olmamayı, kendi
kendine yetebilmeyi. Ama bir süre sonra insani ihtiyaçları tekrar gün yüzüne
çıkacaktı. Sosyalleşme isteği, birisiyle beraber olma isteği. Ve bunlar tek başına
yapamayacağı birkaç şeyden ikisiydi. Aslında kendine ne kadar itiraf etmek
istemese de o ihtiyaçlar her zaman içindeydi. Hatta şu anda bile. Evet,
yalnızlık hissini seviyordu, o hissin verdiği güveni seviyordu ama yine de o da
bir insandı ve başkasının onun yanında olmasını istiyordu. Tıpkı eski
zamanlardaki gibi. Tıpkı yanında arkadaşları ve sevdiği insan olduğu
zamanlardaki gibi.
Bir
çok akşam böyle düşünüyordu. Ama bunu bu akşam yapmayacaktı. Bu akşam hiçbir
şey düşünmek istemiyordu. Yapmak istediği tek şey evinin bulunduğu sokağın
köşesindeki bara gitmekti. Aslında bu evi seçmesinin en büyük sebeplerinden
birisi de buydu. Çok daha güzel evler vardı alabileceği. Maddi durumu kötü de
değildi. Ama o tür evlerde oturanlar genellikle etraflarında sarhoş ya da
kendini bilmez insanlar görmek istemiyor olduklarından o tür evlerin yanında ya
da yakınında bar tarzı yerler bulmak pek kolay olmuyordu. Ama birkaç tanıdık yardımıyla farklı bir
şehirde bu evi bulmuştu. İki katlı, modern tarzla eski tarzın birleşimi olan
dekora sahip, küçük bahçesi ve bahçesinin tam ortasında ise neredeyse tüm
bahçeyi kaplayan havuzu olan bir evdi bu. Görür görmez aşık olmuştu bu eve.
Aslında eve değil, evin manzarasına aşık olmuştu. O manzaraya bakarken neler
yapabileceğinin hayalini kurmuştu. Ve şimdi bunların bir çoğunu yapıyordu.
Balkondan çıkıp yavaşta merdivenlerden aşağıya indi. Üst kat balkonu antreye
açılıyordu. Antre dışında bir oda ve bir de lavabo vardı. Neredeyse tüm yaşam
alanı alt kattaydı. Üst katı daha çok otel niyetine kullanıyordu. Manzaraya
bakmak içinse bazen çatıya çıkıyordu. Merdivenlerden yavaş yavaş indi. Her
basamağa basışında çıkan sesi dikkatlice dinledi. Sanki evde geçen her
saniyesini aklına kaydetmeye çalışıyormuş gibiydi. Ana kapının yanında duran
anahtarlarını aldı ve dışarıya çıktı. Dışarıdaki buz gibi havanın akciğerlerine
hükmetmesine izin verdi. Sanki uzun zamandır nefes almıyormuşçasına nefes aldı. Havadaki her oksijen taneciğinin
tadını çıkarttı. Ve yavaşça bara doğru yürüdü. Aslında bar demek biraz abartı
kaçardı oraya. Küçük bir kasabadaki küçük bir mekandı orası. Çoğunlukla o
sokakta oturanlar gelirdi. Kimseyle konuşmasanız bile herkes sizin simanızı
tanırdı kısaca. Ve o da, orada kimseyle konuşmazdı. İlk gittiğinden beri aynı
sırayla, aynı sürede, aynı içkileri içiyordu. Ve barmen buna alışmıştı. Artık
bir şey söylemesine bile gerek kalmıyordu. Çakır keyif ile sarhoşluk arasındaki
o incecik çizgi üzerinde bırakıyordu kendisini. Rulet oynuyordu sanki. Annesi
gibi olmak istemiyordu ama yaşamını da belirli bir süreliğine unutmak istiyordu.
Tüm o borçlarını, sıkıntılarını.. Yavaşça ilk içkisinden yudum aldı. Bunu
yapmayalı tam bir yıl olmuştu. Geçen sene yine aynı şekilde müziği dinleyip
buraya geldikten sonra çok sarhoş olmuştu. Hayatında ilk defa kendisini kontrol
edememişti. Olaylar onun kontrolü altında değildi. Ve ertesi gün uyandığında
her şey çok daha kötü olmuştu. Başının içerisinde bir rock konseri verirler
gibiydi. Ve o günden sonra kendi kendine bunu bir daha tekrarlamayacağına söz
vermişti. Sözünü de tutmuştu. Ta ki bugüne kadar. Mutlu bir hayatı vardı
aslında. Mutludan çok düzenli desek daha doğru olur aslında. Ekonomik durumunun
bir çok kişiden iyi olmasını sağlayan bir işi, güzel, ferah bir evi vardı.
Dışarıdan bakılınca mutlu bir hayat sürüyordu. Ama kimse içini bilemezdi değil
mi? Kendi yalnızlığına kaldırdı içkisini. Ve koca bir yudum daha aldı. Başı
yavaş yavaş dönmeye başlamıştı. Bu hissi seviyordu. Hiçbir şeyin gerçek olmadığı düşüncesine kapılıyordu bu tür anlarda. Kendini
durdurmak istemiyordu bir yandan ama diğer yandan da geçen seneki olayı
tekrarlamak istemiyordu. Eğer olay sadece kendisiyle alakalı olsaydı bu kadar
önemsemezdi ancak içkiyi çok kaçırdığı zaman yaptığı hareketlerin farkında
olmuyordu. Bundan dolayı da hem kendisine hem de etrafındaki insanlara zarar
verebiliyordu. Ve bu riski tekrar alamazdı.
ya valla sen iyi yazıyon. burda sonra ne oluyo acaba. içmeden duruyor mu? gerçekten sen yazarken başka biri oluyon :) çok güzel bu da. valla.
YanıtlaSilAy çok mutlu oldum yorumun için :) Zaten hikayelerimi okuyan bi tek sen varsın galiba :')
Silbaksana, benim sağda face var üye olsana. seni buldum ama arkadaşlık isteği gönderemedim yaaa :)
YanıtlaSilTamamdır hemen yapıyorum :)
SilArtık bende okuyorum Deep =) önce bir merhaba demek istiyorum. Gerçi ben daha öncede gelmiştim bloğunuza ve yorum bırakmıştım hatta. Sizi izlemeye almıştım. Bu gün tekrar geldim baktım izlemiyor görünüyorum. Zaten bu aralar bloger e bir şeyler oluyor. Benim de izleyicilerim eksiliyor izleyici butonu görünmüyor falan filan. Neyse yeniden izlemeye aldım bloğunu. Hikayelerin çok güzel. Ve zevkle okudum. Hatta önce 2. Bölümü okumuşum sonra 1. Bölümü olduğunu farkettim. Dönüp 1. Bölümü okudum. Sonra 2. Bölümü tekrar okudum =). Offf çok uzun bir cümle oldu =). Kısaca =) 3. Bölümü merak ve heyecan için de bekliyorum. Sevgilerimle.
YanıtlaSilHoşgeldin o zaman tekrardan :) İlginç olmuştur senin için önce 2 sonra 1 (:
Sil