Asenkron #1

Temmuz 29, 2016
Balkona çıkıp etrafına baktı. Hiç ses yoktu. Yemyeşil çamlar arasında bir sürü ev. Her birinde apayrı hayat, apayrı kişiler. Ve her kişinin kendi iç dünyası. Sadece bir bakıştı bile etrafında ne kadar çok şey döndüğünü anlayabiliyordu.

Rüzgarın esişinin vücuduna verdiği o hafif, tatlı ürpertiyi seviyordu. Yaşadığını hatırlatıyordu ona. Ve aynı zamanda tek olduğunu. Kimseye ihtiyaç duymadığını, duysa bile o yardımın gelmeyeceğini biliyordu. Öğrenmişti artık insanları. Onlara güvenmemeye zor olsa da alışmıştı ve bu his hoşuna gidiyordu. Kimse için ne üzülüyor ne de kafa yoruyordu. Koskoca dünyasına sadece o vardı. Ve başka kimseyi almayacaktı.

Rüzgarın havuzda gezinmesiyle oluşan o hafif dalga sesi tamamlıyordu her şeyi. Cırcır böceklerinin köpeklerle olan düetine rüzgarın çamların dallarının arasından geçerken çıkardığı sesler eşlik ediyordu. Dalga sesi de arkadan hafif bir tempo tutuyordu. Bütün doğa sanki anlaşmışçasına uyum içerisinde müzik yapıyorlardı. Ve bu seslerin uyumunu, benzerini daha kimse taklit edememişti. Özgündü bu sesler. İnsanların başaramayacağı belki de tek şeydi. Hiçbir zaman bu uyumu sağlayamayacaklardı. Ve bu istemsiz olarak içlerinde burukluğa sebebiyet veriyordu. Herkese, her şeye ulaşabileceğini sanan insanoğlu için doğanın ulaşılmaz olduğunu öğrenmek onlar için iyi bir haber değildi.

Ama o, bütün bunlardan mutluydu. Farklıydı herkesten. Farklı düşünüp farklı hissediyordu. İnsanların istediği her şeye ulaşamayacağını öğrenmek onun için bir zafer gibiydi. Kendi gibi başka şeylerin de bozulmasını, başkaları tarafından kullanılıp atılmasını istemiyordu. Bozulmanın, acı çekmenin, başkalarının mutluluğu için kendinden vazgeçmenin ne demek olduğunu, nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyordu. Ve bunu kimsenin ya da hiçbir şeyin yaşamasını istemiyordu.

Duvarın dibinde duran küçük, eski radyoya baktı. Annesinden kalmıştı ona bu radyo. Çok varlıklı bir aileden gelmediklerinden dolayı ölürken annesinin kendisine bırakabileceği tek eşyası buydu. Ondan geriye kalanlar bu radyo, birkaç fotoğraf ve bolca içki borcuydu. Babası annesi ona hamileyken onları terk etmişti. Annesi ise bu terk edilişin sebebinin kendisi olduğunu düşünmüştü her zaman. En başta bu sorununu ailesiyle, gerçek arkadaşlarıyla paylaşmıştı. Hep beraber çözüm yolu bulmaya çalışmışlardı. Ancak bir süre sonra bunlar yeterli gelmemeye başlamıştı. Suçluluk duygusu her şeye ağır basıyordu. Kendisine yeni arkadaşlar buldu daha sonra. Kendisini yargılamayacak, sadece o istediğinde yanında olacak arkadaşlar. İçten içe kötü olduklarını bildiği ama kendisine asla itiraf edemediği türden arkadaşlıklardı bunlar. Bütün gün beraber sigara içip küçücük evi gaz odasına çeviriyorlardı. Bu arkadaşlarına alışmıştı. Her şeyi iyiye gidiyordu. Çocuğuyla ilgilenip annelik yapmaya bile çalışıyordu. Ama onların sonu mutlu biten bir hikayeleri yoktu, olamazdı. Pamuk ipliğine bağlıymışçasına mutlu görünen hayatları kısacık, sadece 67 saniyelik bir telefon konuşmasıyla bitmişti. Bunun ilk 20 saniyesi karşılıklı tarafların birbirlerini tanıtmasıydı. Sonraki 15 saniye ise kötü haberin verilmesiydi. Ve kalan 32 saniyelik sürede şok, inkar etme, kızgınlık ve ağlama evreleri yaşandı. Annesinin gözü önünde bayılmasıyla çığlık çığlığa komşuları çağıran çocuğun, annesini son kez ayık görüşüydü bu. Ne zaman  okuldan gelse ya da sabah kalksa annesini artık hep aynı yerde görüyordu. "L" şeklinde olan salonlarının bir köşesine atılmışçasına yerleştirilmiş koltukların üzerinde ya oturup ağlarken ya da tanımadığı bir adamla beraber olurken görüyordu. O zamanlar annesine çok üzülüyordu. Ona yardım etmek istiyordu. Annesini bu duruma getirdiği için babasından nefret ediyordu. Ama şimdi anlıyordu ki onu bozan babası değildi. Annesi zaten öyleydi. Babası sadece kendini kurtarmıştı. Ama bunu yaparken arkasında bir can bıraktığının farkında bile değildi. Ve bu durum onun içindeki "Belki bilseydi gitmezdi" ya da Belki giderken  beni de alırdı" düşüncesini gün geçtikçe daha olası olduğunu hissettiriyordu. Annesinin, babasının onları terk etmeden önceki davranışlarını bilmiyordu ama anneannesinden duyduğu kadarıyla ne iyi bir çocukluk geçirmişti ne de iyi bir yetişkinlik. Bu bilgiler durumu daha kolay kabullenmesini sağlıyordu. Üniversiteyi bitirip bir işe girdikten sonra, tam da doğum gününde kötü haberi almıştı. Annesi akciğer yetmezliğinden kaynaklı geçirdiği kalp krizi sebebiyle hastaneye yatırılmıştı. Orada kaldığı birkaç günde karaciğer yetmezliği de ortaya çıkmıştı. Ve doktorlar ikinci krizde hastayı ne yaptılarsa da kurtaramadılar. Belki de kurtarmak istememişlerdi. O yaştaki bir kadının yaşam şartlarını garip bulmuşlardı belki de. Ve şimdi kendisinin doğum günü olan annesinin yıldönümünde o küçük radyodan annesinin ona küçükken dinlettiği şarkıyı açmıştı.

Şu yalnız gece kuşunu duyuyor musun? 
Uçmak için fazla üzgün gibi. 
Gece yarısı treni sızlanıyor.
O kadar yalnızım ki ağlayabilirim.

*Johnny Cash - I'm so lonesome i could cry


Telefonu çalmaya başladı bir anda. Şaşırtıcıydı. Ailesi ya da arkadaşı olmadığı bir dünyada, kimsenin onu tanımadığı, sadece yüz simasına aşina olduğu bir kasabada yaşayan kimin telefonu çalsa şaşırırdı. Kim olduğuna baktı. Kardeşiydi. Şaşkınlığını bir kenara atıp düşünmeye başlayınca olayın mantığı hemen aklına geldi zaten. Kardeşi onu her sene doğum gününde arardı. Anneleri ölmeden önce hediye bile gönderirdi. Ama ya annesinin ölümünden dolayı ya da tüm hediyelerin göndericiye geri teslim edilmesinden olacak hediye göndermeyi bıraktı. Artık sadece arıyordu. Yaklaşık beş sene öncesine kadar telefonlarını açıyordu. Senede bir kez de olsa konuşuyorlardı. Ama son zamanlarda telefonları açmıyordu. Kardeşi ise ısrarla her sene aramaya devam ediyordu. Bu senenin diğer senelerden hiçbir farkı yoktu. Yine evinde, müziğiyle baş başa olduğu bir gündü. Telefonu neden açsındı ki? Neden sanki hiçbir şey olmamış gibi kardeşiyle, yeğeniyle konuşsundu? Herkes, her şeyin farkındaydı. Sadece o bir çok kişi gibi kabullenmeyi reddetmiyordu. Her sene olduğu gibi telefon çaldı, çaldı ve çaldı. Ne cevap veren oldu ne de umursayan.

Balkondan dışarıya bakıyordu hala. Yaşamayı gerçekten çok seviyordu. Kimseye bağlı olmamayı, kendi kendine yetebilmeyi. Ama bir süre sonra insani ihtiyaçları tekrar gün yüzüne çıkacaktı. Sosyalleşme isteği, birisiyle beraber olma isteği. Ve bunlar tek başına yapamayacağı birkaç şeyden ikisiydi. Aslında kendine ne kadar itiraf etmek istemese de o ihtiyaçlar her zaman içindeydi. Hatta şu anda bile. Evet, yalnızlık hissini seviyordu, o hissin verdiği güveni seviyordu ama yine de o da bir insandı ve başkasının onun yanında olmasını istiyordu. Tıpkı eski zamanlardaki gibi. Tıpkı yanında arkadaşları ve sevdiği insan olduğu zamanlardaki gibi.


Bir çok akşam böyle düşünüyordu. Ama bunu bu akşam yapmayacaktı. Bu akşam hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Yapmak istediği tek şey evinin bulunduğu sokağın köşesindeki bara gitmekti. Aslında bu evi seçmesinin en büyük sebeplerinden birisi de buydu. Çok daha güzel evler vardı alabileceği. Maddi durumu kötü de değildi. Ama o tür evlerde oturanlar genellikle etraflarında sarhoş ya da kendini bilmez insanlar görmek istemiyor olduklarından o tür evlerin yanında ya da yakınında bar tarzı yerler bulmak pek kolay olmuyordu.  Ama birkaç tanıdık yardımıyla farklı bir şehirde bu evi bulmuştu. İki katlı, modern tarzla eski tarzın birleşimi olan dekora sahip, küçük bahçesi ve bahçesinin tam ortasında ise neredeyse tüm bahçeyi kaplayan havuzu olan bir evdi bu. Görür görmez aşık olmuştu bu eve. Aslında eve değil, evin manzarasına aşık olmuştu. O manzaraya bakarken neler yapabileceğinin hayalini kurmuştu. Ve şimdi bunların bir çoğunu yapıyordu. Balkondan çıkıp yavaşta merdivenlerden aşağıya indi. Üst kat balkonu antreye açılıyordu. Antre dışında bir oda ve bir de lavabo vardı. Neredeyse tüm yaşam alanı alt kattaydı. Üst katı daha çok otel niyetine kullanıyordu. Manzaraya bakmak içinse bazen çatıya çıkıyordu. Merdivenlerden yavaş yavaş indi. Her basamağa basışında çıkan sesi dikkatlice dinledi. Sanki evde geçen her saniyesini aklına kaydetmeye çalışıyormuş gibiydi. Ana kapının yanında duran anahtarlarını aldı ve dışarıya çıktı. Dışarıdaki buz gibi havanın akciğerlerine hükmetmesine izin verdi. Sanki uzun zamandır nefes almıyormuşçasına  nefes aldı. Havadaki her oksijen taneciğinin tadını çıkarttı. Ve yavaşça bara doğru yürüdü. Aslında bar demek biraz abartı kaçardı oraya. Küçük bir kasabadaki küçük bir mekandı orası. Çoğunlukla o sokakta oturanlar gelirdi. Kimseyle konuşmasanız bile herkes sizin simanızı tanırdı kısaca. Ve o da, orada kimseyle konuşmazdı. İlk gittiğinden beri aynı sırayla, aynı sürede, aynı içkileri içiyordu. Ve barmen buna alışmıştı. Artık bir şey söylemesine bile gerek kalmıyordu. Çakır keyif ile sarhoşluk arasındaki o incecik çizgi üzerinde bırakıyordu kendisini. Rulet oynuyordu sanki. Annesi gibi olmak istemiyordu ama yaşamını da belirli bir süreliğine unutmak istiyordu. Tüm o borçlarını, sıkıntılarını.. Yavaşça ilk içkisinden yudum aldı. Bunu yapmayalı tam bir yıl olmuştu. Geçen sene yine aynı şekilde müziği dinleyip buraya geldikten sonra çok sarhoş olmuştu. Hayatında ilk defa kendisini kontrol edememişti. Olaylar onun kontrolü altında değildi. Ve ertesi gün uyandığında her şey çok daha kötü olmuştu. Başının içerisinde bir rock konseri verirler gibiydi. Ve o günden sonra kendi kendine bunu bir daha tekrarlamayacağına söz vermişti. Sözünü de tutmuştu. Ta ki bugüne kadar. Mutlu bir hayatı vardı aslında. Mutludan çok düzenli desek daha doğru olur aslında. Ekonomik durumunun bir çok kişiden iyi olmasını sağlayan bir işi, güzel, ferah bir evi vardı. Dışarıdan bakılınca mutlu bir hayat sürüyordu. Ama kimse içini bilemezdi değil mi? Kendi yalnızlığına kaldırdı içkisini. Ve koca bir yudum daha aldı. Başı yavaş yavaş dönmeye başlamıştı. Bu hissi seviyordu. Hiçbir şeyin gerçek olmadığı düşüncesine kapılıyordu bu tür anlarda. Kendini durdurmak istemiyordu bir yandan ama diğer yandan da geçen seneki olayı tekrarlamak istemiyordu. Eğer olay sadece kendisiyle alakalı olsaydı bu kadar önemsemezdi ancak içkiyi çok kaçırdığı zaman yaptığı hareketlerin farkında olmuyordu. Bundan dolayı da hem kendisine hem de etrafındaki insanlara zarar verebiliyordu. Ve bu riski tekrar alamazdı. 

6 yorum:

  1. ya valla sen iyi yazıyon. burda sonra ne oluyo acaba. içmeden duruyor mu? gerçekten sen yazarken başka biri oluyon :) çok güzel bu da. valla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay çok mutlu oldum yorumun için :) Zaten hikayelerimi okuyan bi tek sen varsın galiba :')

      Sil
  2. baksana, benim sağda face var üye olsana. seni buldum ama arkadaşlık isteği gönderemedim yaaa :)

    YanıtlaSil
  3. Artık bende okuyorum Deep =) önce bir merhaba demek istiyorum. Gerçi ben daha öncede gelmiştim bloğunuza ve yorum bırakmıştım hatta. Sizi izlemeye almıştım. Bu gün tekrar geldim baktım izlemiyor görünüyorum. Zaten bu aralar bloger e bir şeyler oluyor. Benim de izleyicilerim eksiliyor izleyici butonu görünmüyor falan filan. Neyse yeniden izlemeye aldım bloğunu. Hikayelerin çok güzel. Ve zevkle okudum. Hatta önce 2. Bölümü okumuşum sonra 1. Bölümü olduğunu farkettim. Dönüp 1. Bölümü okudum. Sonra 2. Bölümü tekrar okudum =). Offf çok uzun bir cümle oldu =). Kısaca =) 3. Bölümü merak ve heyecan için de bekliyorum. Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoşgeldin o zaman tekrardan :) İlginç olmuştur senin için önce 2 sonra 1 (:

      Sil

Blogger tarafından desteklenmektedir.