Asenkron #3
Saate baktı. Üç
olmuştu. Yine geçmişe dalıp saati unutmuştu. Yarın işe gitmeliydi. Erken yatıp uykusunu iyice
almalıydı. Ama yerinden kalkmak istemiyordu. Sorumlu olduğu olayın yükü yine
üzerine çökmüştü. Hiçbir yerini hareket ettiremiyordu. Patlama gözünün önüne
gelip gelip duruyordu. Patlama sonucu ölen tüm o insanların hayatlarını,
ailelerini, sevdiklerini düşündü. Hepsini bitirmişti. İsteyerek ya da
istemeden. Bunun hiçbir önemi yoktu.
Gücünü toparlayıp
oturduğu bar sandalyesinden kalktı. Barmenden hesabı istedi. Gelmesi sanki
saatler sürmüş gibi geldi. Hesabını ödedikten sonra önce lavaboya uğradı.
İçindeki bütün kötü şeyleri orada bıraktıktan sonra bardan dışarı çıktı. Hava
daha da soğumuştu. Daha sonbahara yeni girmişlerdi. Havanın bu kadar soğuk
olması normal değildi. Eski havaları hatırladı. Bu zamanlarda bile
terliyorlardı neredeyse. Yavaşça yürürken etrafına bakındı. Yaşadığı yeri
seviyordu. Kimse kimsenin umrunda değildi. Tam da ona göre bir yerdi. Gökyüzüne
baktı. Tam tepedeki ay dışında her yer kapkaranlıktı. Aynı onun gibi ay da tek
başınaydı şu anda koskoca gökyüzünde. Hayallere dalmışken eve geldiğini fark
etti. Kapıyı açarkenki kapının oluşturduğu o kulak tırmalayıcı sesleri
duymazlıktan geldi. Kapıyı yağlamanın vakti gelmişti. Her yapması gereken şeye
söylediği gibi kendi kendine yarın yapacağı konusunda söz verdi. Odasına çıktı,
üzerini değiştirdi ve yatağına girdi. Bu hissi çok seviyordu. Yumuşacık yastığı
ve yorganı arasında kendi çok güvende ve huzurlu hissediyordu. Saatini kurup
başını yastığına yasladı. Yavaşça gözlerini kapattı ve uykuya daldı.
Aşağıdan gelen
sesler uykusunun bölünmesine sebep oldu. Sanki birisi kapıyı kırmak
istermişçesine yumrukluyordu. Üzerine hemen sabahlığını geçirdi ve hızlıca
aşağıya indi. Kapının deliğinden kim olduğuna bakmak istedi ama karanlıkta
kimseyi göremedi. Polisi aramayı düşündü. Birkaç metre ötesindeki telefonu
almak için arkasını döndüğünde evinin içinde duran altı kişiyle karşılaştı.
Gördüğü şey karşısında önce uyku sersemliğinde olduğunu düşündü ama daha sonra
gerçek olduğunu anladı. Altısının da kafasının bir bölümünde yara vardı. Sanki
hepsine ayrı ayrı ağır bir cisimle kafasına vurmuşlar gibiydi. Ya da çok
yakınlarında bir şey patlatmışlar. Kafalarından akan kanlar yüzünden
hiçbirisinin yüzü seçilmiyordu. Ne yapacağını bilemedi. Kim olduklarını sormak
için ağzını açtı ama kelimeler bir türlü dökülmüyordu. Dilini yutmuş gibiydi
sanki. Hiçbir şey söyleyemiyordu. Önündekilerin yüzlerinden bir şey
anlamayacağını anladığında vücutlarında göz gezdirmeye başladı. Ve çok tanıdık
bir şey gördü. Hepsinin sol bileklerinin hemen üzerinde bir dövme vardı. Sanki,
sanki.. Evet, aynı onların grubunun dövmesine benziyordu. Daha iyi anlamak için
kendi sol koluna baktı. Evet, aynısıydı. Ama onlar, onlar.. Nasıl olabilirdi ki
böyle bir şey? Birden sayıları beşe indi. Sonra dört, sonra üç. Yavaş yavaş
azalıyorlardı. Ve gittikleri yerde kan bırakıyorlardı. Sanki kan gölünün içine
düşmüş gibiydiler. Son kişi kalmıştı karşısında. Onun için en önemlisi. Aşık
olduğu kişi kalmıştı karşısında. Elindeki silahı havaya kaldırdı ve tam alnının
üzerine yerleştirdi. Bir anda ağlamaya başladığı. Sevdiği kişinin kendisini
öldürmesi. Ölümü onun elinden olacaktı. Belki de hak etmişti şu ana kadar
yaptıklarıyla. Bütün olanları telafi etmek için çok uğraşmıştı ama bir türlü
başaramamıştı bunu. Karşısındakinin gözlerinin içine baktı. Gözlerinin
maviliğinde kaybolmak istedi. Tamamen ona ait olmak istedi. Çok özlemişti onu
ve bu özlemi nasıl gidereceğini biliyordu. Tetiği çekmesini istedi. Yaşamak
istemedi bir anda. Her şey çok fazla gelmişti. Sabah kalkmak, hiçbir şey
olmamış gibi işe gelip gitmek, eve gelince boş boş televizyon izleyip bir
şeyler okumak istemiyordu artık. Eski hayatını istiyordu. Mutlu olduğu ya da en
azından mutlu olduğunu zannettiği günlere geri dönmek istiyordu. Gözlerini
sımsıkı kapattı ve hazır olduğunu söyledi.
Zırrrrr… Aptal
saatin sesiyle uyandı. Bütün bunların rüya olduğunu anlayınca içini hayal
kırıklığıyla beraber rahatlama hissi doldurdu. Yaşamayı seviyordu. Sadece boşa
yaşamayı, vicdan azabıyla yaşamayı sevmiyordu. Ama kendi hayatına kıyacak kadar
da nefret etmiyordu bunlarla yaşamaktan. Sadece yorulmuştu artık. Neredeyse
kırklı yaşlara merdiven dayamıştı. Şu anda bir ailesinin olması gerekiyordu.
Arkadaşlarının, kendisini seven eşinin ve hatta çocuklarının olmasını
istiyordu. Onları sabah işe giderken okula bırakıp akşam iş dönüşü almak
istiyordu. Ama bütün bunların hayalini kurarken aynı zamanda da hiçbirisini
yapamayacağını biliyordu. Ama rüyasında az da olsa istemişti bu hayattan
silinmeyi. Sol bileğine baktı. Ortada yedi tane uzantısı olan bir yıldız vardı.
Ve bu yıldızların uzantılarına her birinin baş harfi denk yazılmıştı. Yıldızın
ortasında tanıştıkları tarih Romen rakamlarıyla yazılmıştı. Geri kalan
boşluklara yaptıkları tüm işler için yıldız yaptırmışlardı. Sadece sonuncusu
yoktu. Ama o, o soygun için yıldız yerine tam kalbinin üzerine kocaman bir
çarpı işareti yaptırmıştı. Ortasında da aşık olduğu kişinin isim ve soy isminin
baş harfleri vardı. "S.D"
Yataktan çıkmak
istemiyordu. İşe gitmek istemiyordu. Her şey için fazla yorgundu. Artık
sıkılmıştı hayattan. Dün gece gördüğü rüyanın mutlaka bir anlamı olmalıydı.
Başucunda duran telefonu aldı ve iş yerinin numarasını çevirdi. Karşısındakine
kendini tanıtıp istifa ettiğini söyledikten sonra karşısındakinin konuşmasına
fırsat vermeden telefonu kapattı. Yataktan çıktı. Sıcacık suyla duş aldı,
tuvalete girip dişlerini fırçaladı. Sonra dolabının önüne geçerek en şık
kıyafetlerini giydi. Bugün her şey mükemmel olmalıydı. Aşağıya inip mutfağa
girdi. Kendisine koskocaman bir sofra hazırladı. Uzun zamandır böyle güzel ve
rahat bir kahvaltı yapmamıştı. Sofrayı toparladıktan sonra ceketini,
anahtarlarını aldı, ayakkabısını giyip arabasına doğru yürüdü. Arabasının
camından kendisine baktı. Mükemmel görünüyordu. Arabasına bindi ve gideceği
yerin koordinatlarını yazdı. Tüm trafik kurallarına uyarak arabasını sürdü ve
varmak istediği yere geldi. Arabasından indi ve binanın içine girdi. Etrafına
bakındı ve görevli bir memura müdürün yerini sordu. Her yeri arandıktan sonra
müdürün odasına girdi. Müdür kendisine şaşkınlıkla bakarken bütün içindekileri
anlattı. Bir anda odaya üç tane polis memuru girip onu tutukladılar. Ve zorla
yandaki sorgu odasına götürdüler. Sorgu işlemleri bütün gün sürdü. Akşamına
acil davası yapılıp ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırıldı. Bütün
bunlar olurken o her zaman gülüyordu. Çünkü artık içindeki o sıkıntı gitmişti.
Vicdan azabı yoktu artık. Özgürdü. İstediğini düşünüp istediği şekilde
davranabilirdi. Bütün o yaşadıklarından sonra hapis cezası ona bir tatil gibi
gelmişti. Hapishaneye götürülürken müdüre teşekkür etti. Müdür o teşekkürün
etkisinde değildi ama. Odasına girip bütün olayları anlatmadan önce kendisine
söylediği şeydeydi:
"On yıl olan
bir patlama vardı. Onun nasıl gerçekleştiğini teker teker anlatacağım sana. Ama
bana bir söz vermen gerekiyor. Bütün bunlardan sonra ben dahil yedi kişi için
mezar taşı yaptırıp mezarlığa yerleştireceksin. Altında bedenler olmasa dahi onlar
orada kalacak. Üzerinde tek tek hepimizin adı yazacak. Ama altına da baş
harflerimizi yazmanı istiyorum. Doğum tarihimize dövmemdeki tarihi ölüm
tarihimize de bugünün tarihini yazacaksın. Eğer bana bunun için söz verirsen
istediğin her bilgiye kavuşacaksın."
Ve müdür cebinden
çıkarttığı kağıdın üzerinden harflere baktı. Ve onlar için üzülmekten başka
hiçbir şey yapamadı.
A.S.E.N.K.R.O.N
vaay asenkron bu muymuuuş vaay zeki kurgucuuuuu :)
YanıtlaSilAy beğendiğine çok sevindim :))
Sil