Asenkron #3

Ağustos 21, 2016
Saate baktı. Üç olmuştu. Yine geçmişe dalıp saati unutmuştu. Yarın  işe gitmeliydi. Erken yatıp uykusunu iyice almalıydı. Ama yerinden kalkmak istemiyordu. Sorumlu olduğu olayın yükü yine üzerine çökmüştü. Hiçbir yerini hareket ettiremiyordu. Patlama gözünün önüne gelip gelip duruyordu. Patlama sonucu ölen tüm o insanların hayatlarını, ailelerini, sevdiklerini düşündü. Hepsini bitirmişti. İsteyerek ya da istemeden. Bunun hiçbir önemi yoktu.

Gücünü toparlayıp oturduğu bar sandalyesinden kalktı. Barmenden hesabı istedi. Gelmesi sanki saatler sürmüş gibi geldi. Hesabını ödedikten sonra önce lavaboya uğradı. İçindeki bütün kötü şeyleri orada bıraktıktan sonra bardan dışarı çıktı. Hava daha da soğumuştu. Daha sonbahara yeni girmişlerdi. Havanın bu kadar soğuk olması normal değildi. Eski havaları hatırladı. Bu zamanlarda bile terliyorlardı neredeyse. Yavaşça yürürken etrafına bakındı. Yaşadığı yeri seviyordu. Kimse kimsenin umrunda değildi. Tam da ona göre bir yerdi. Gökyüzüne baktı. Tam tepedeki ay dışında her yer kapkaranlıktı. Aynı onun gibi ay da tek başınaydı şu anda koskoca gökyüzünde. Hayallere dalmışken eve geldiğini fark etti. Kapıyı açarkenki kapının oluşturduğu o kulak tırmalayıcı sesleri duymazlıktan geldi. Kapıyı yağlamanın vakti gelmişti. Her yapması gereken şeye söylediği gibi kendi kendine yarın yapacağı konusunda söz verdi. Odasına çıktı, üzerini değiştirdi ve yatağına girdi. Bu hissi çok seviyordu. Yumuşacık yastığı ve yorganı arasında kendi çok güvende ve huzurlu hissediyordu. Saatini kurup başını yastığına yasladı. Yavaşça gözlerini kapattı ve uykuya daldı.

Aşağıdan gelen sesler uykusunun bölünmesine sebep oldu. Sanki birisi kapıyı kırmak istermişçesine yumrukluyordu. Üzerine hemen sabahlığını geçirdi ve hızlıca aşağıya indi. Kapının deliğinden kim olduğuna bakmak istedi ama karanlıkta kimseyi göremedi. Polisi aramayı düşündü. Birkaç metre ötesindeki telefonu almak için arkasını döndüğünde evinin içinde duran altı kişiyle karşılaştı. Gördüğü şey karşısında önce uyku sersemliğinde olduğunu düşündü ama daha sonra gerçek olduğunu anladı. Altısının da kafasının bir bölümünde yara vardı. Sanki hepsine ayrı ayrı ağır bir cisimle kafasına vurmuşlar gibiydi. Ya da çok yakınlarında bir şey patlatmışlar. Kafalarından akan kanlar yüzünden hiçbirisinin yüzü seçilmiyordu. Ne yapacağını bilemedi. Kim olduklarını sormak için ağzını açtı ama kelimeler bir türlü dökülmüyordu. Dilini yutmuş gibiydi sanki. Hiçbir şey söyleyemiyordu. Önündekilerin yüzlerinden bir şey anlamayacağını anladığında vücutlarında göz gezdirmeye başladı. Ve çok tanıdık bir şey gördü. Hepsinin sol bileklerinin hemen üzerinde bir dövme vardı. Sanki, sanki.. Evet, aynı onların grubunun dövmesine benziyordu. Daha iyi anlamak için kendi sol koluna baktı. Evet, aynısıydı. Ama onlar, onlar.. Nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Birden sayıları beşe indi. Sonra dört, sonra üç. Yavaş yavaş azalıyorlardı. Ve gittikleri yerde kan bırakıyorlardı. Sanki kan gölünün içine düşmüş gibiydiler. Son kişi kalmıştı karşısında. Onun için en önemlisi. Aşık olduğu kişi kalmıştı karşısında. Elindeki silahı havaya kaldırdı ve tam alnının üzerine yerleştirdi. Bir anda ağlamaya başladığı. Sevdiği kişinin kendisini öldürmesi. Ölümü onun elinden olacaktı. Belki de hak etmişti şu ana kadar yaptıklarıyla. Bütün olanları telafi etmek için çok uğraşmıştı ama bir türlü başaramamıştı bunu. Karşısındakinin gözlerinin içine baktı. Gözlerinin maviliğinde kaybolmak istedi. Tamamen ona ait olmak istedi. Çok özlemişti onu ve bu özlemi nasıl gidereceğini biliyordu. Tetiği çekmesini istedi. Yaşamak istemedi bir anda. Her şey çok fazla gelmişti. Sabah kalkmak, hiçbir şey olmamış gibi işe gelip gitmek, eve gelince boş boş televizyon izleyip bir şeyler okumak istemiyordu artık. Eski hayatını istiyordu. Mutlu olduğu ya da en azından mutlu olduğunu zannettiği günlere geri dönmek istiyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı ve hazır olduğunu söyledi.

Zırrrrr… Aptal saatin sesiyle uyandı. Bütün bunların rüya olduğunu anlayınca içini hayal kırıklığıyla beraber rahatlama hissi doldurdu. Yaşamayı seviyordu. Sadece boşa yaşamayı, vicdan azabıyla yaşamayı sevmiyordu. Ama kendi hayatına kıyacak kadar da nefret etmiyordu bunlarla yaşamaktan. Sadece yorulmuştu artık. Neredeyse kırklı yaşlara merdiven dayamıştı. Şu anda bir ailesinin olması gerekiyordu. Arkadaşlarının, kendisini seven eşinin ve hatta çocuklarının olmasını istiyordu. Onları sabah işe giderken okula bırakıp akşam iş dönüşü almak istiyordu. Ama bütün bunların hayalini kurarken aynı zamanda da hiçbirisini yapamayacağını biliyordu. Ama rüyasında az da olsa istemişti bu hayattan silinmeyi. Sol bileğine baktı. Ortada yedi tane uzantısı olan bir yıldız vardı. Ve bu yıldızların uzantılarına her birinin baş harfi denk yazılmıştı. Yıldızın ortasında tanıştıkları tarih Romen rakamlarıyla yazılmıştı. Geri kalan boşluklara yaptıkları tüm işler için yıldız yaptırmışlardı. Sadece sonuncusu yoktu. Ama o, o soygun için yıldız yerine tam kalbinin üzerine kocaman bir çarpı işareti yaptırmıştı. Ortasında da aşık olduğu kişinin isim ve soy isminin baş harfleri vardı. "S.D"

Yataktan çıkmak istemiyordu. İşe gitmek istemiyordu. Her şey için fazla yorgundu. Artık sıkılmıştı hayattan. Dün gece gördüğü rüyanın mutlaka bir anlamı olmalıydı. Başucunda duran telefonu aldı ve iş yerinin numarasını çevirdi. Karşısındakine kendini tanıtıp istifa ettiğini söyledikten sonra karşısındakinin konuşmasına fırsat vermeden telefonu kapattı. Yataktan çıktı. Sıcacık suyla duş aldı, tuvalete girip dişlerini fırçaladı. Sonra dolabının önüne geçerek en şık kıyafetlerini giydi. Bugün her şey mükemmel olmalıydı. Aşağıya inip mutfağa girdi. Kendisine koskocaman bir sofra hazırladı. Uzun zamandır böyle güzel ve rahat bir kahvaltı yapmamıştı. Sofrayı toparladıktan sonra ceketini, anahtarlarını aldı, ayakkabısını giyip arabasına doğru yürüdü. Arabasının camından kendisine baktı. Mükemmel görünüyordu. Arabasına bindi ve gideceği yerin koordinatlarını yazdı. Tüm trafik kurallarına uyarak arabasını sürdü ve varmak istediği yere geldi. Arabasından indi ve binanın içine girdi. Etrafına bakındı ve görevli bir memura müdürün yerini sordu. Her yeri arandıktan sonra müdürün odasına girdi. Müdür kendisine şaşkınlıkla bakarken bütün içindekileri anlattı. Bir anda odaya üç tane polis memuru girip onu tutukladılar. Ve zorla yandaki sorgu odasına götürdüler. Sorgu işlemleri bütün gün sürdü. Akşamına acil davası yapılıp ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırıldı. Bütün bunlar olurken o her zaman gülüyordu. Çünkü artık içindeki o sıkıntı gitmişti. Vicdan azabı yoktu artık. Özgürdü. İstediğini düşünüp istediği şekilde davranabilirdi. Bütün o yaşadıklarından sonra hapis cezası ona bir tatil gibi gelmişti. Hapishaneye götürülürken müdüre teşekkür etti. Müdür o teşekkürün etkisinde değildi ama. Odasına girip bütün olayları anlatmadan önce kendisine söylediği şeydeydi:

"On yıl olan bir patlama vardı. Onun nasıl gerçekleştiğini teker teker anlatacağım sana. Ama bana bir söz vermen gerekiyor. Bütün bunlardan sonra ben dahil yedi kişi için mezar taşı yaptırıp mezarlığa yerleştireceksin. Altında bedenler olmasa dahi onlar orada kalacak. Üzerinde tek tek hepimizin adı yazacak. Ama altına da baş harflerimizi yazmanı istiyorum. Doğum tarihimize dövmemdeki tarihi ölüm tarihimize de bugünün tarihini yazacaksın. Eğer bana bunun için söz verirsen istediğin her bilgiye kavuşacaksın."

Ve müdür cebinden çıkarttığı kağıdın üzerinden harflere baktı. Ve onlar için üzülmekten başka hiçbir şey yapamadı.


A.S.E.N.K.R.O.N

2 yorum:

Blogger tarafından desteklenmektedir.